18 Kasım 2019 Pazartesi

Afrika Örgüsü Yapılışı, kullanımı ve açılması

Merhaba, bu hastalığa ben de kapıldım. Oldum olası renkli saçları severim, en sonunda kendime yenik düştüm ve rengarenk Afrika örgüsü yaptırdım :)
Yaptırmadan önce ve yaptırdıktan sonra  fazlaca sorum oldu ama çoğunun cevabını bulamadım, benim gibi kafası karışmışlarla tecrübelerimi paylaşmaya karar verdim.

Saçımın örülmesi 4,5 saat sürdü, belime kadar ördürdüm, uçlarını açık değil kapalı yaptırdım.

Saçınızı genellikle toplu kullanacaksanız, ki yarım bile olsa topluyor insan genelde, uçlarını kapalı yaptırmayın. Kapalı dedikleri şey örgünün ucundaki sentetik saçların çakmakla yakılmasıyla elde ediliyor, bu kısımlar yanınca sert bir yapı kazanıyor haliyle. İşte bu sert kısımlar saçlarınız karıştığında, topuz yaptırdığınızda diğer örgülere takılıp çekiştirilmesine sebep oluyor. Sentetik saçların çekiştirilmesi sorun değil de kendi saçınıza takıldığı zaman çok kısa kılların örgüden çıkıp tülermesine sebep oluyor. Ayrıca o güzelim dev Afrika topuzlarını yapınca küt, yakılmış sert uçları saklamak mesele oluyor. Uçlar açık bırakıldığında saç halinde olduğu için saklamak daha kolay olurdu.

Ben popoya kadar saç fikrini çok itici buluyorum, biraz kötü geliyor gözüme yanlış anlaşılma olmasını istemem ama fazla köylü güzeli buluyorum. Bu sebeple saçlarımı belime kadar gelecek bir boyda ördürdüm. Ancak hata etmişim! O dev topuzları yapınca bele kadar gelen örgüler tam tur atamıyor kafanızda, dolayısıyla o gün şanslı değilseniz toparlamak için biraz uğraşıyorsunuz ya da toka gerekiyor. Bir daha ördürecek olsam daha uzun ördürürdüm.

Sağa mı ayırırım, sola mı ayırırım, ortadan mı ayırırım? Ben bunları hangi yönde ördüreyim? diye baya dert edinmiştim, örülürken öyle bir olay olmuyor. Örgü bir kaç gün oturduktan sonra siz saçınızı ne tarafa doğru ayırırsanız o tarafa gidiyor.

Önleri conrow, cornrow gibi isimler verdikleri balıksırtı örgüden yaptırsam mı diye düşünmüş ama sonunda standart Arfika örgüsüne karar vermiştim ki burada hata etmişim. Önlerde kısa bebek saçınız fazlaysa ön kısmını balıksırtı ördürün, yoksa o incecik örgünün içinde ancak 10 tel saçınız oluyor, onlar da kısaysa zamanla örgüler düşüyor. Zamanla dediğim 1 ay içerisinde değil. baya baya ilk hafta düşen örgülerim oldu. 

Pis mi temiz mi tartışması sıkça yapılmış, pürü pak tertemiz bir hadise diyemeyiz. Saçlarınız örülü olduğu için şöyle bir köpük köpük yıkayayım, kafamı karmakarışık edeyim de her yerine su değsin gibi bir lüksünüz malesef yok O kadar içime sinmedi ki bu durum, kafamı köpüklü lif ile bile yıkadım. Ne yaparsanız yapın biraz nemli kaldığında ufak bir koku oluyor. Bu konuda hassas değilseniz belki duymazsınız ama hafif bir ıslak kalmış çamaşır kokusu duyarsanız bilin ki bu koku sizden geliyor. Haftada 1 yıkamak imkansız, haftada 2 kez yıkadım ben. Örüldüğü ilk hafta haftada bir kez yıkamayı denemek istedim bu sefer de sanki kafamda yağlı saçtan ötürü bir koku oldu gibime geldi. Ama derdiniz görüntüyse bunların hiç biri görüntüyü etkilemiyor. Saçınız istediği kadar ıslak kalsın, istediği kadar kötü koksun görüntüsü güzel oluyor. 

Düşen örgüleriniz olabilir, bunları ördürdüğünüz yer genellikle ücretsiz düzeltiyor, ya da kendiniz açıp sıkı sıkı örmeyi deneyebilirsiniz, biraz  el becerisi olan biri varsa yanınızda işiniz daha da kolay. Ben düşenleri kendim ördüm ama bi tülerme oldu kendi ördüğüm kısımlarda. 

İlk örüldüğü günlerde biraz acıyor ama 1 haftanın sonunda kendi saçınız gibi hissediyorsunuz ve uzun saçlı değilseniz o uzun saç hissi de örgülü saç hissi de gerçekten insanın hoşuna gidiyor. İlk 3-4 gün içerisinde kafanızın bazı yerlerinde sivilcelenme olabiliyor. Baya kaşınan can yakan sivilce gibi şeyler çıkabilir kafanızda. Ensemde oldu benim, hemen saçımı açtırıp dermatoloğa gitmem gerektiğini düşündüm ama ören yer sakin olun endişelecek birşey yok deyince durdum biraz. Bu sorunu çay ağacı yağıyla çözdüm. Saçımı yıkamadan önce sivilcelerin üzerine çay ağacı yağı sürdüm, durulama suyuna da birkaç damla damlattım. Böylece hem sivilceleri kuruttu hem de bir frahlama verdi, koku oluşumunu da önledi. Çay ağacı yağını rossmandan almıştım ama aktarlarda filan da vardır sanırım. Antiseptik özelliği sebebiyle içimi rahatlattı açıkçası. 

Saçlarımı annemle birlikte açtık, 2-3 saatte açıldı. Devamlı açsak 1-2 saatte de biterdi sanırım. Normalde aşırı derecede saçı dökülen biriyim, o dökülen saçlar örgünün içinde kaldığından bazı yerlerde düğümlenme gibi şeyler olmuştu ama çok yaygın değildi. Fazla canım acımadan açtık. Açarken fön suyu, saç bakım yağı gibi yağlı sulu birşey sıkmanız iyi olur saç diplerine. İşinizi kolaylaştırıyor. 

Saç koruyucu model olarak anılmasına rağmen örgüleri açtığımda bi hayli saçım döküldü, zaten çok saçı dökülen bir insan olduğumdan bunu sorun etmedim fakat havasızlıktan filan mı bilemiyorum saç tellerim cidden incelmişti. Bunu hesaba katmanızı tavsiye ederim. çok kalın telli saçlarınız varsa ördürün saçlarınız yumuşasın biraz. Ama zaten ince telliyse tüy haline gelebilirler. Saçlarınızı açtığınızda hem dökülmüş olduğunu göreceksiniz hem de incelmiş olacaklar. 

Örgüleri açtırdıktan sonra saçlarımı kısalttırıp dümdüz kestirdim. Daha fazla incelmemesi için kat filan istemedim. Özetle saçım örgülüyken çok eğlendim, çok hoşuma gitti, denize filan da girdim sıkıntı olmadı. Ama net bir gerçek var biraz koku yapıyor ve açtıktan sonra saçlar incelmiş oluyor. "Hayatımda ilk defa saçlarım bu kadar yumuşaktı zarar vermedi örgü aksine yumuşacık oldu" diyenler var buna pek aldanmayın. Evet saç yumuşacık oluyor ama muhtemelen inceldiği için yumuşak oluyor. Tekrar ördürecek olsam önleri conrow ördürürüm, ve uçlarını açık yaptırırm. Ben saçımı fazlaca ovalayarak yıkarım yoksa rahat edemem diyorsanız örgüyü maksimum 2 bilemedin 3 hafta taşıyabilirsiniz..  Kullanım ömrü saçın uzamasına bağlı olarak ortalama 3 ay denmesine rağmen 3 ay dayanması hayli zor. Saçında kaynakla filan yaşamaya alışkın, saçını nazikçe yıkayan biriyseniz ve bebek saçınız fazla değilse ancak o zaman 3 ay dayanır. 
ben 1 ay sonunda çıkardım ki son 1 haftası bantsız kullanmadım ve aradan çıkan saçlarım yüzünden daha fazla kullanılacak hali kalmamıştı. 

25 Nisan 2019 Perşembe

küçük Çekmecede 5 yaşında Çocuğa Tecavüz.. ne yapıyoruz ne yapmalıyız?


Son günlerde beynim tamamen çocuk tacizi, tecavüzü ve çocuğua şiddet olayları ile meşgul. Halkın nabzını tutmak açısından sosyal medyaya bakıldığında, genel olarak bir kaç tip değerlendirme yada beklenti var.
1.      Çocuğa taciz, tecavüz suçluları idam edilsin,
2.      Idam yetmez bu adamlara işkence edilsin,
3.      Verin analara parçalasın,
4. O çocuk nasıl acılar çekti biliyor musunuz? Kızgın demiri alıp vücudunuza soksanız ancak anlarsınız anlamaya da yetmez..
Bu değerlendirmelerden hiç biri olayı önlemeye, öncesinde yada sonrasında çocuğu korumaya yada destek olmaya yönelik değil. Suçluya yönelik değerlendirmelerde de caydırıcılık diye birşey yok. olay tamamen, bir çocuk hayatı boyunca yaşayabileceği en berbat travmalardan birini yaşamışken seyirci kalan halkın, içini soğutma çabası.  
Benim de içim kor gibi, çocukların dünyasını karartan bu adamlarla, kadınlarla yanyana gelsem inanın lime lime edecek gücü en derinlerimde hissediyorum. Kadınlarla dedim hatırlarsanız 10 aylık bebeğe tecavüzde sessiz kalan anne, barsak enfeksiyonu sebebiyle hastanelik olan bebeği dövmekten daha da hasta eden anne, öz babasının yıllarca süren tecavüzünü örtbas eden anne de gördü bu memleket.
Bu beklentilerin, bu yaklaşımların hiç birinin önleme ya da iyileştirme sağlayacağını düşünmüyorum. Suça yönelik yaklaşımın şöyle olması gerektiğini düşünüyorum; bir suçu önlemek, önleyemediysek yapana uygun cezayı vermek, bu arada mağduru iyileştirmek, olayın toplumsal düzeyde değerlendirmesini yapmak yani cezaların caydırıcı olması, tekrar yaşanmasının önüne geçilecek adımlar atılması gibi.
Bunun  sağlanması için bir kaç önerim-sorum var ve bu liste ile CİMER’den başlayarak tüm resmi kurumların kapısını çalacağım.
  • 1.      Araba kullanan hemen herkesin bilgisi vardır, biz kendi şahsi aracında sigara içen insana mobeseden takip ile ceza yazılması seviyesindeyiz. Her sokağa, mümkünse tam olarak tepeden değil biraz daha aşağıya konumlandırarak mobese kamerası takılması, bu sokakta herhangi bir suç işlendiğinde failin hemen bulunması, hatta belli başlı bölgelerin an be an izlenmesi ile daha suç ortaya çıkmadan önlenmesi mümkün değil midir? İş yükü doğuracaktır mutlaka ama çok daha radikal bir önerim var bu kameralar sonuçta evlerin içini görüntülemeyecek , dolayısıyla mahremiyetle ilgili bir sıkıntı yok. Herhangi birinin o sokakta olan herhangi birşeyi görmesinde sıkıntı yok öyle değil mi? Bu durumda bu kameralar için ciddi bir alt yapı çalışması yapılıp, isteyenin canlı olarak kameraları görüntülemesine imkan verilmelidir. (İBB trafik uygulamasından yolları görüntlememiz gibi).
  • 2.      Anaokullarında ilkokula hazırlıyoruz diye çocuklara okuma yazma öğretileceğine, müfredatta ciddi değişiklikler yapılıp çocuğa ne zaman tehlikede olduğu çokk iyi öğretilmelidir. Ne zaman tehlikede olduğu, tehlikede olduğunda ne yapacağı, caiz-caiz değil, günah-sevap, haram-helal yerine çocuklara ahlak, etik öğretilmelidir. Biri tehlikede olduğunda ne yapmaları gerektiği de keza o derecede öğretilmelidir. Bu konuda eğitim almadım, mutlaka yanlışım olacaktır ama yanındaki arkadaşları para, pul, şeker sakız ile uzaklaştırılamamalı bir çocuğun. O çığlık atmadıysa arkadaşı atmalı, bunu ne zaman neden nasıl yapacağını çok iyi bilmeli. Evet çok hasssas bir konu korkutmadan, çocukları ruh hastası etmeden özenerek verilmeli bu eğitim ama okul öncesi öğretmenleri bu konuda yetersiz kalmayacaktır tahminimce.
  • 3.      Çocuğu eğittik, önlemleri aldık yine de önüne geçemedik, böyle vahim bir olay yaşandı diyelim, suçlu hızla yakalanmalı, cezası verilirken tedavisi de önemsenmelidir. Çocuğa fiziksel, cinsel, ruhsal şiddet aklı yerinde birinin yapacağı şey değildir. Ama çocuk taciz ve tecavüzü yani pedofili özelinde konuşuyorum, bu insanlara ne olacağı, ne yapılabileceği ile ilgili gerekirse tüm üniversitelerin psikoloji, psikiyatri, sosyoloji bölümlerinden çok sayıda uzman bir araya gelmeli ve pedofilinin tedavi edilip edilemeyeceği çokk iyi anlaşılmalıdır. Bu insanların kimyasal hadımı, fiziksel hadımı efendim penisinin kesilmesi filan bişeye çözüm olmayacaktır. Sen adamın penisini kesersin, adam hastaysa alır yapacağını başka şeylerle yapar. Okuduğum kadarıyla burada olay cinsel tatminin ötesinde. Temelde güç gösterisinin, çeşitli kişilik bozukluklarının yattığı belirtiliyor çoğu kaynakta ama yine de derinlemesine araştırılmalı. Bir fikir birliğine varılmalı. Bu insanların cezaları hafifletici sebepler uydurarak azaltılmamalı, basit tabiri ile kravat taktığı için ceza indirimine gidilmemelidir. TCKda cezalar belirlenirken sonuçları ve tekrar olasılığı düşünülerek değerlendirme yapılıyormuş. Yani çocuk teciz ve tecavüzünün cezası idama  çevrilirse muhtemelen zanlı zaten idam edilicem deyip çocuğu öldürüp bir ormana atacaktır. Bu durumda ceza cayrıcıdan ziyade hasarı daha da ağır hale getirecek.
  • 4.      En önemlisi, çocuk! Ne olacak böyle bir fenalık yaşamış çocuk? Çocuklara ve ailelerine zorunlu ve takipli psikolojik destek verilmeli. Her türlü destek sağlanmalı, alenin göz yumduğu bir şey varsa aile de en ağır şekilde cezalandırılmalı. Bu tür davalarda görevlendilecek avukat ve psikologlar özel eğitimmlerden geçirilmeli ve çokk sıkı denetlenmeli. Bir avukatın yaşadığı dava sürecinde şöyle bir şey oluyor, 4 yaşındaki çocuk tecevüze uğruyor, şeklen hata filan derken çocuk 9 yaşına geliyor, pedagog varlığında ifadesi alınacak çocuğun. Avukat özellikle görüşüyor pedagogla, bakın diyor 5 yıl geçti, pek hatırlamıyor, ne olur o anı yeniden yaşatmayalım. Tamam diyor pedagog, biz yeteri kadarını yapıcaz, çocuğu incitmiycez. Sonuç? Çocuk görüşmeden (ifade verme aslı) terler içerisinde ve ağlayarak çıkıyor.. bu da iş değil. Çocuğu iyi etmek esas hedef olmalı, ifade alıcam derken yeniden aynı şeyi yaşatmak kabul edilebilir bir şey değildir.
  • 5.      Diğer konu gizlilik. Evet çocuğun adını kimse bilmek zorunda değil ancak kamu vicdanın rahatlatılması açısından bu tarz davalarda sonuç paylaşılmalı, ne oldu mesela küçük leyla? Baba kuzeni tutuklandı, baba bir açıklama yaptı davada gizlilik var dedi.. bitti.. buradan sonrasını bilmiyoruz.

Özetle önlem ve eğitim enn önemlisi! Çocuğun eğitimi hem kendisini korumasını sağlayacak hem de bu tarz hastalıklı yeni bireyler yetişmesini önlemeye büyük katkı sağlayacaktır. Avukatın, pedagogların, hakim savcıların eğitimi dava sürecinde alınacak yaraları en aza indirecektir. Koca hakimi eğitecek değiliz diye düşünülmemeli çocuk istismarı için gerekiyorsa komisyonlar kurulup hakim-savcıların sürekli güncel tutulması fikir alışverişinde bulunması sağlanmalıdır, belki komisyonlar vardır bilemiyorum ama pedagog görüşüne rağmen, tecavüze uğramış çocuğun psikolojisi bozulmamış diye görüş bildirenler olduğuna göre bu komisyonlar işini iyi yapamıyor demek ki. Bu şiddete maruz kalmış çocuğa her türlü destek sağlanmalıdır, aksi durumda bu çocuktan bişey beklemeyiniz, şiddetin alasını yaşar yada yaşatır. O çocuğun sağlıklı bir birey olarak yetişmesi devletin sorumluluğudur. Pedofili çok iyi değerlendirilmeli, en ağır şekilde cezalandırılırken nasıl tedavi edileceği ya da nasıl pasifize edileceği çok iyi belirlenmelidir.

29 Kasım 2013 Cuma

bunlar hep testesteron

Sevgiliniz ilişkinin en başlarında, hiç böyle bir beklentiniz olmadığı bir anda evlenmenizin ne kadar güzel bir fikir olduğundan bahsetti ve sonrasında ilişkiniz tepetaklak oldu, merak etmeyin yalnız değilsiniz... :) 
30 yaş üstü adamlarda sıklıkla yaşanan bir sendrom bu, bu günlerde tüm aşk hikayelerinde benzer bir senaryodan bahsediliyor. İlişki genelde çok "ciddi" başlıyor, erkek tarafı "artık erişkin insanlarız, konuşarak üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yok. 3-5 gün takılmalık ilişki yaşını da çoktan geçtik" kafasında çıkıyor karşımıza. Bu bir prototipin yansıması mı bilemiyorum, fakat ufak değişiklikler olmakla birlikte malesef bu model genelde aynı kafada. 3 gün içerisinde duyduğum 3 hikaye var biri şöyle...

30'lu yaşlarda,  kariyer sahibi, bakımlı bir kadın, 30'lu yaşların sonlarında, kariyer sahibi, bakımlı bir erkekle tanıştırılmak isteniyor. Methiyeler şöyle ; 
--- Bak bu adam bizim elimizde büyüdü, çok düzgün bir ailenin çocuğu, aklı başında, iş güç sahibi. Bi tanış.. Olmazsa görüşmezsin, seni rahatsız filan etmez inan..

Çiftimiz tanışmayı kabul ediyor, ilk buluşma gerçekleşiyor, beyfendi konuşmaya başlıyor;
---Biz sıradan arkadaşlar olmak üzere tanıştırılmadık, zaten ikimizin de kendine ait bir sosyal çevresi var, ancak yuva kurmak kolay değil. Arkadaşınla yapabileceğin birşey hiç değil. Ben bizim güzel bir geleceğimiz olacağına inanıyorum..

30'lu yaşlardaki kadınlar genelde evlenmek istemelerine rağmen bu diyalog hayli korkutucu geliyor. Görücü usulü denecek bir şekilde tanıştığınız biri güzel bir gelecekten bahsediyor.. kim ki bu adam? tamam referansları iyi olabilir ama neye göre, kime göre iyi?

Çiftimiz birbirine şans veriyor, bir süre görüşmeler devam ediyor. Herşey muazzam, kendileri bile pek inanamıyor bu kadar uyum olmasına, herşeyin sorunsuz devam etmesine. Derken erkek tarafı "ben seni alıcam" namelerine bağlıyor olayı. Evlilik planları yapmaya başlıyor. Hatun kişi bundan ürkse de pek renk vermiyor.

Sonra mı? ilişkinin boyutu ani bir manevrayla değişiyor, bir sonraki buluşmada erkek tarafı "benden adam olmaz kızım, sen kaç kendini kurtar benden de umudunu kes" bildirisinde bulunuyor. 

Kimse reddedildiği bir insan karşısında ne yapcağını bilemez, bizim kız tarafı da bilemiyor tabi önce, sonra kendini toparlıyor, "görüşmemiz lazım" diyor erkek tarafına.  Adam olmayacak erkek tarafı hiç ikiletmiyor hemen buluşuluyor, iki de çok mutlu gözlerin içi ışıl ışıl, bir özlemişlik hali tabii ki... 

Kadın derdini anlatıyor erkek tarafına, "ne oldu da birden bire senden adam olmayacağına karar verdin, sen bana bu şekilde gelmedin ki şimdi neden böyle gidiyorsun?" diye.. Cevap geliyor, "ben özgürlüğüne düşkün bir adamım, evlenmek, bağlı olmak, ait olmak, tek kişilik bir hayattan iki kişilik bir düzene girmek.. korkutucu şeyler bunlar, benden bunları bekleme.. " 

Kadın hala birşeyleri çözme çabasında, "henüz birkaç kez görüşmüş bir çiftin evlenmeye karar vermesi kötü sonuçlar doğurabilir. ben senden böyle birşey talep etmedim ki, kendin böyle bir vaadle geldin ve kendi vaadinden kendin korktun. Benim seninle öncelikli planım evlenmek değil, birbirimizi tanımak için zaman vermek, ilerisini zaman göstersin, biz zorlamayalım.." 
Erkek tarafının "arayı uzatmayalım görüşelim, ne kadar da özlemişim" romantizmleriyle görüşme bitiyor. 

Sonra mı? Sonrası malum, kadın aramadıkça erkek aramıyor, 3 mesajdan birine cevap veriyor fakat bütün cevapları canımlı cicimli, sonra bir an geliyor "neyse ben meşgulüm"ler başlıyor... Sonuç? kadın önce ılımlı davranıyor, tamam anlayacak düzeleceklere bağlıyor kendisini, sonra korktu diyor böyle bir beklentim olmadığını anlatmam lazım, ben iyi davranayım o düzelecek... -ecek , -acak... 

Malesef hiç birşey düzelmiyor. Erkek tarafı kendi dünyasında kaldığı yerden devam etmekle yetiniyor, kadın ise sadece neden böyle olduğunu anlamaya çalışmakla meşgul oluyor, kendi içerisinde çözümler üretmeye çabalıyor.. Anlaşılacak hiç birşey yok! Bu adam böyle, siz muhteşem de olsanız gidecekti, dünyanın en kötü kadını da olsanız gidecekti. ıssız adam filminden önce de var olan bu ıssız adam profili malesef "doyamamış" erkek profilin ortak özelliği. Bu arkadaşlar sürekli bir limana sığınır, kısa süre burada bekledikten sonra hiç birşey olmamış gibi giderler. Hiç bir zaman daha iyi yapmanız gereken birşey yoktur. Bu bir karakter-sizlik tipidir ve düzeltmek bizim değil ancak psikiyatristlerin işi olabilir, zira narsisizm tedavi gerektiren bir kişilik bozukluğudur.. 


Canınız eğlenmek mi istedi? Buyrun öyleyse..



28 Aralık 2012 Cuma

Allen Carr seminerine gittim, sigarayı bırakamadım.

Şu sigara illetinden kurtulmak için en iyi yöntem olduğuna emin olduğumuz Allen Carr yontemini denedik. Kendim yetmıyormusum gibi bir de arkadasımı gaza getirdim. Çeşitli indirimler vs. ile 400 lira verip 6 saatlik seminere katıldık. Seminere gitmeden bir kaç yıl önce Allen carr'ın kitabını okumuştum. Sigara bır kac gun noyunca anlamsız geldı ama bırakmadım. Kitabın sonunda bi eksiklik hissettim, seminerde önemli birşey soyluyor kesin bu adamlar dedim, daha sonra videosunu ızleyerek bırakan arkadaşlarım oldugunu ogrendim. Gittim DVDsını aldım, izledim. sonunda bir fark yoktu, aynı laflar, aynı örnekler..

DVD kesmedi, aradan 2- 3 yıl gecmiş olmasına ragmen, champix ile sigarayı bır kac ay bırakıp geri başlamama ragmen, dedim bu adam bu konuda çok başarılı en iyisi seminerine gitmek, kesin sihirli bi degnek var orada.

Sihirli değnek yokmuş. Seminere gittik, 6 saat dinledik. En sonunda derin rahatlama denen bisiy yaptık, yoganın rahatlaması misali, egitmen de elindeki kagıttan bir şeyler okuyor, ben mutlu bir sigara içmeyenim ne güzel lay laylom kıvamında.

Gaza geldik seminer sonunda sigaraları orada çöpe attık. Ama hepimiz aptal olduk,herkeste aynı soru, "eee sonunda bişiy olmayacak mıydı? hanı vurucu bir darbe filan??" öyle bir şey olmadı. O an orada duyduklarımız, 6 saat üşüyerek bir seminer dinlemiş olmanın verdiği gazla paketleri çöpe attık. Dakka başı mutlu içmeyenim ben diye diye eve geldik...

O gece ele güne karşı utancımızdan sigara içmeden geçti, telkinler devam ediyor tabı ki.. "mutlu içeyenim ben..."
ertesi gün "allen carr bildigin irade yöntemi  ve bu irade çatışmasına daha fazla tahammul edemeyecegım" deyıp sigaraları yaktık..

Semineri veren bayan birkaç gün sonra aradı, nasılsınız işler nasıl gidiyor diye. Dedik "bişi gitmiyor. Biz sigara içiyoruz, kendimizle cebelleştik ve yenildik. Champix bile daha iyiydi." o an bi dayak yemediğimiz kaldı, sanki bedavaya dagıttıkları bisiyi almısız da bunun kırmızısı yok mu demişiz gibi, "champixle devam edin o zaman" cevabını aldık!!!
bu nasıl bir uslup yanı biz kendimizle cebelleşiyoruz, bir gün içmedik biri sigara uzatsa da yaksak diye gözunun içine baktık, çözüm öneriniz bu mu, bu nasıl bir uslup, biz sizi sınamaya gelsek zaten para iade garantısı olan yönteme gelirdik, bırakalım da parası muhım degıl deyıp 1 yıl destek garantılı sısteme gelmezdık deyince "Oooo siz irade yöntemine geçmişsiniz, çok tehlikeli hemen destege alalım sizi sanırım yanlış anlaşıldı kusura bakmayın" şeklinde bir cevap aldık.

destek seansına gittik, aynı örnekler, başka bir egitmen tarafından çook benzer bir uslupla anlatıldı, kelimelerin vurgusu bile aynıydı..
tabıkı yıne gaza geldık, "ooo" dedık "tamam bu sefer kesın bıraktık" ertesı sabah oldu "hadı yak bı sıgara!!"

ıkıncı destek seansını Emre bey veriyormuş, heralde ılk ıkı seansı daha kolay vakalar elensın dıye yenı egıtmen olmuş , bu yontemle sigarayı bırakmış, senin benim gibi insanlar veriyor, daha zorlu vakalarla Emre bey ilgileniyor. Emre beye de gidecegiz, sonuç ne olur bilemiyorum. hali hazırda sigara iciyorum fakat cidden bırakmak istiyorum.

bir de sizi nasıl gidiyor diye sormak icin aradıklarında, biraz salak muamelesi yapıyorlar, aaa bi siz bırakamadınız oysakı sızın grupta herkes cok basarılıydı, siz açık olmadınız kı ama böyle olmaz.. şeklinde laflar soyluyorlar. e o gruptakı Ahmet bey, Ayse hanım da bırakamadı bence diyince hayır az once konustum onlar ıyıler diyorlar. Sonra nasıl olur ya ben az once onlarla bırlıkte sıgara ıctım ıyı fılan degıller aynı yerde calısıyoruz dıyınce "hıı tamam destege gelın madem, olmaz mı, guzel olur" fılan diye lafı cevırıyorlar.

Özetle, Allen Carr yontemı belkı sıgrayı beynınde bıtırmıs ınsanlarda coook  ıse yarıyor olabılır, ama zaten o kadar bıtırmış bırının Allen Carra ıhtıyacı da kalmaz. Allen Carr yontemı pazarlama stratejısı muazzam bır sekılde gelıştırılmış, cok ıyı bır kazancın otesınde bırşey değildir bana göre.. internette haklarında pek fazla negatıf referans olmaması da bunun bir parçası olabılır sanırım...

Denemek isteyenlere duyrulur....

30 Mart 2011 Çarşamba

Bir zamanlar tutkularımız vardı..

Yaşlandık mı acaba 30lu yaşlara yaklaştıkça?   yitirdik sanki o gözü kör bi yanı tutkuyla yanan aşk denen hadiseyi..
Hani ne yapsa güzeldi, asla incitmez, kırıp parçalamazdı. Tabiri caizse o sana tapardı. Bu sebeple de vazgeçilemezdi, her yaptığı güzeldi, oyle bir kelime filan göze batmaz rahatsız etmezdi.
20li yaşların başındaydı tum bunlar. Büyüdük mü yoksa zorla mı büyütüldük? bilemiyorum...
Şimdi herkeste var bi falso. kimi kötü bakıyor, kimi kötü konuşuyor, kimi  çok ağır, kimi çok hoppa.. kimi kro..
öyle değilseler bile artık oyle gelecek. Kabul edelim bu kalp birini bi kere çok sevdi, verebileceği herşeyi verdi, bütün fedakarlıkları yaptı ve artık gücünü tüketti..
Tebessüm eden bütün hemcinslerim! HOŞGELDİNİZ! artık özgürsünüz, kimseyi kör olacak kadar sevmeyecek boyunuzdan büyük fedakarlıklara girişmeyeceksiniz. Terk etmek artık çok kolay olacak!
Ama unutmayın, Aşık olmak artık imkansiz, siz bu hakkı yitirdiniz.. küçüklüğünüzde kaldı.. bir zamanlar saftım dediğiniz günlerde. Artık daha güçlü ama daha eksiksiniz yapacak bişiy yok, böyle yaşamayı öğreneceğiz..

1 Kasım 2010 Pazartesi

29 Haziran 2010 Salı

HHK ///Hayata Hazırlık Kursu///

Bu gün onu aramadı, ne de olsa en son o aramıştı, şimdi sıra ondaydı. Bekledi.  bekledii... bekledii.. Sonunda telefon çaldı, "Nasılsın" diyordu karşıdan bir ses, biraz heyecanlı, biraz da mahçup. "iyiyim" diyebildi önce bişiyler düğümlenmişti boğazında. Toparlandı, "iyiyim, sağol, sen nasılsın?" neden böyle söylemişti sanki? bu  saçmalama hali, boğazında ki düğüm, heyecandan mıydı yoksa? "ne heyecanı canım dedi, kimseyle konuşmadım sabahtan beri birden konuşunca sesimi kontrol edemedim". Sonra kendi de inanmadı bu yalana ama inanmış rolu yapmaya devam etti.Hal hatır sorma faslı biraz da boş muhabbet derken, "bu gün bişiyler yapalım mı?" dedi karşıdaki tok ses. bir kaç saniyelik zaman diliminde binlerce şey düşündü kadın, "hemen evet diyemezdi, sanki onu bekliyor gibi olurdu, ama hayır da diyemezdi, bu hem kabalık olurdu hem de zaten o adamla olmayı istiyordu, ama bunun anlaşılmaması gerekirdi, ne de olsa biraz naz yapmak gerekirdi ona bu öğretilmişti, bir teklif ne kadar cazip olursa olsun hemen evet denmez, denemezdi! "Basit kadın" olunurdu o zaman. Duraksadı, "ııımmm bu gün aslında bir arkadaşla görüşecektim istersen başka bir zaman haberleşelim olmazmı?" "peki ozaman, görüşürüz" dedi tok ses, kucağında hayal kırıklıkları vardı, reddedilmekten hoşlanmamıştı. Hemde o kadını görmek istemişti, birşeyler paylaşabilirdiler biliyordu!
kadının onu reddetmesının tek bir sebebi vardı aslında, "onun gibiler".. kadın hayatı boyunca bunu öğrenmişti, arkadaşlarıyla ilişkilerden bahsedildiğinde konu belli yerlerde takılıp kalıyordu, her insan ayrı bir bireydi belki ama bütün erkeklerde ortak bir tavır vardı, önemsenmekle tatmin oluyorlardı, tüketerek çoğalıyorlardı. Kendisinin  ve arkadaşlarının yaşadıklarından öğrendiği ortak şeyler, duyduğu eş anlamlı cümleler vardı "aradım hatunda benim aramı  bekliyormuş zaten çok  belliydi"  "kıza bişiyler yapalım dedim hemen evet dedi bütün hevesim kaçtı" "ben onunla bir kaç kez görüştüm zaten ya, herşey o kadar kolay gelişti ki bütün büyüsü kaçtı" "bu kadın beni seviyor nasıl olsa biliyorum, o yüzden ben şimdilik hayatımı yaşıyorum bir ara ona dönerim" bütün kadınlar oturup bir ders çıkarıyordu bu duyduklarından ZOR olunmalıydı, çok sevilse bile istenildiğinde ulaşılacak biri olunmamalıydı. Oysaki kadınlar da erkekler de yanılıyordu bu noktada, HİÇKİMSE ULAŞILMAZ değildi, sadece ulaşılmazı oynuyordu. Ve günün birinde çok istenen biri bu oyunlar yüzünden yitirilecekti, kimse bu bilinmeyene denklemde yer vermiyordu, oysaki hayat bütün sayıların kuvetlerinin onlar olduğu bilmem kaçıncı dereceden bir denklem olmayı çoktan bırakmıştı, dünya onların etrafında dönmüyordu. Çelişkli cümleler öğrendi kadın, anlam veremedi ne demekti ki   "abi kadın biraz özgür olmalı ne o öyle çıkamam görüşemem filan............  aaaa  bu kadında  çok rahat canım olmaz bundan bişiy, sorgu yok sual yok ne zamn istesek görüşüyoruz anası babası da mı yok bunun?" ? Zamanla öğrendi rahat gözükmeli, bir o kadar da sorumluluk sahibi olmalıydı, duvarları olmalıydı hep, saklanmalıydı zaman zaman, bir engeli olmasa da engeller türetmeliydi sırf kendisini yüceltmek adına. Fakat büyük bir hata yaptı, tüm bunları kendisi istediği için, kendi istediği anlarda değil bir başkası istediği için ve hatta zaman zaman hiç istemediği anlarda yaptı. Hayat onun olmaktan çıkıyordu artık, başkaları için, onların gözünde büyümek uğruna, onların istediğini sandığı modele dönüşüyordu. Oysaki emin bile değildi İSTENEN MODEL GERÇEKTEN BU MUYDU? YA DA UYULMALIMIYDI TÜM MODELLEMELERE KENDİNDEN BAŞKA BİRİ OLMAK PAHASINA?
Erkek de  bir çok şey öğrendi bu süreçte, bir kadına ona ne kadar çok değer verdiğini söylemeyecektin, bir erkeğe yakışmazdı bu, çocukken öğrenmişti, erkekler ağlamaz, erkek çocuklar daha sert olurdu, duygular kadınların işiydi bu sebeple kadınlar ağlayabilirdi, ama kanmamak lazımdı hiç bir kadının göz yaşlarına,zira gözyaşları onların yegane silahıydı. Aşkından ölsen bile bir kadının söylemeyecektin, o zaman giderdi, terk edilirdin. Hep gidecek gibi duracak ama gitmeyecektin, uçurumdan düşüyor taklıdı yapacaktın ama oysaki arkandaki direğe yaslanıyor olacaktın.
Peki doğru muydu bütün bunlar? İnsanların sadece kötü tecrübelerini anlattığı, güzelliklerden bahsetmeyi çoktan bıraktığı bir dunyada sadece kötü tecrübelere dayanarak bütün kadınları ve bütün adamları aynı sanmak ne kadar gerçek olabilrdi? Gerçek değildi! üstelik her kadın ve her erkeğin bir gün bu saçmalık yüzünden hayatının aşkını yitirmesine sebep olacak kadar da büyük bir yanlıştı.
Hayat herşeyden ders almamız gereken bir eğitim kurumu değildir! Amaç sadece  eğitim olsaydı eminim ÖSS  hazırlık kursları kıvamında bir kursu olurdu hayatın da, "Hayata Hazırlık Kursları"
Ne kadar çok ders çıkarır olmuşuz hayattan, geleceği ne kadar da sık yargılıyoruz geçmişle, ders aldığımızı artık böyle davranmayacağımızı ne kadar sık söyler olmuşuz? Hayat gerçekten böyle bir şey mi? Böyle mi olmalı? İçimizden geldiği gibi yaşamak bize hep bu kadar uzak mı olmalı?
Ben böyle yaşamayı reddediyorum, bütün "salak"sın sen kınamalarına rağmen "Ben Hesaplar Yaparak Yaşamayı Reddediyorum" benliğim bende kalsın, stratejiler peşinde koşarken ben ben olmaktan çıkmayayım istiyorum.
Bir adam tanıdım, o kadar çok darbe almışki "aşk"larından, "ilişki denilen şey, sadece güvenmektir" derdi, insan önce güvenir sonra zaten severmiş. Ne zaman bu kadar yitirdik samimiyeti? ne zaman öğrendik bu bu kadar rahat saklanmayı? Oysaki severdik, sorgusuz sualsiz sever önce inanarak başlardık her ilişkiye, canımız yanardı belki ama doyasıya yaşamış olmanın verdiği  rahatlıkla koymazmıydık başımızı yastığa? Şimdi hangisini seçiyoruz? Huzurla uyumayı mı, planlar peşinde koşarken ruhumuzu kirletip aklımızı yormayı mı? Biz ne zaman bu hale geldik? Suçlu bizi bu hale getirnler mi gerçekten? Yoksa suçlu biz olabilir miyiz acaba? Bunu düşünüyor muyuz? Bir yerlerde yanlış yapan biz olabilir miyiz? "Aşk"lar bu kadar çok mu olmalıydı hayatta? Yoksa biz her türlü heyecanı aşk mı sandık? Bir önceki sonraki için emsal teşkil etmeli miydi hep? Her birey kendine özgü değil miydi? bir gün gerçekten bambaşka biri çıkageldiğinde öğrendiklerimiz yüzünden onu yitirmeye değer miydi gerçekten?
Bu kadar kolay olmamalı tüketmek, hayatta değer verdiğimiz şeyler bu kadar çabuk yerle bir olmamalı, "aşklar" bu gün başlayıp yarın bitmemeli, bitiyorsa adı aşk olmamalı. Bu, ismi bile olmayan saçma ilişkiden afaki dersler çıkarıp hayatın böyle bir şey olduğu yanlışına kapılmamalı insan. Ders çıkarcağı şey ders alınmayı hak etmeli öncelikle.Sevebilmeli gönlünce, inanabilmeli bütün kalbiyle, insan olduğunu hatırlamalı, hep aynı yanlışları yapmamalı elbette ama, zaman zaman hata yapıp hatasını kabullenmeyı de bilmeli.
Küçük hesapların peşinde olmamalı, kendisini stratejik düşünme enstitüsü başkanı filan da sanmamalı :) Sırf sevdiğimi bilirse gider saplantısı yüzünden sevdiklerini mahrum bırakmamalı sevgisinden. Tamammm,  abartmamak lazım, hissederek yapmak lazım, her an sevgiyi dile getirmemek, hissedince söylemek lazım ki büyüsü  bozulmasın. Ama planlar yapmamalı bütün bunları matematiksel denklemlerde  yerli yerine oturtup bu gün ki adımı ona göre atmamalı.
Hayat bu kadar karmaşık düşünmeyi gerektirecek bir akıl oyunu değil, hayat sadece bir süreç en iyi şekilde değerlendirilmesi gereken, ders aldığımızı sanırken bir durup önce sola sonra sağa sonra tekrar sola bakıp karşıya geçilmesi,  hep geçmişin izinde yürünmemesi ama zaman zaman geçmişte durup düşünüp karşıya geçilmesi gereken.. gerçekten hakeden şeylerden ders alınması gereken...

29 Mayıs 2010 Cumartesi

cehalet kolay ulaşılır bişiy..

Beşi bir yerde diye  meşhur bir zayıflama çayı varmış. Bir rivayete göre bu çayı  herbalistler, ilim bilim adamları önermekteymiş. Yine bu rivayetlere göre beşi bir yerdenin  birini MATE ÇAYI oluşturuyormuş. Ve mate çayı metabolizma hızlandırma, obezite tedavisine destek gibi amaçlarla kullanılıyormuş.
 Merak ettim haliyle nedir bu mate? ben kendisini sadece arjantin  dizilerinden tanıyorum. Ortada sürekli termos benzeri bir şişe dolanır ve her an hadi mate içelim diye gezinen güzel vicutlu bayanlar vardır. Lise yıllarımda sıkı bir Natalia Oreiro takipçisiydim :))  aşk-gençlik dizisi arası dizilerde oynar  kendisi :)
Herneyse,  internette, magazin dergilerinde yada alakasız bir çok yerde bulunabilecek "bilgi"lere asla itimat etmeyen biri olarak hemen NCBİ'da MATE CARSİNOGENESİS  kelimeleri ile bir arama yaptım. Tablo tam bir şok haliydi. Metabolizmayı hızlandırır, sizi korur gibi büyük vaadlerde bulunarak övülen bu bitki tam bir kanser davetiyesi! bitkinin içerisinde bulunan maddeler sıcak yada soğuk içilmesi durumunda kanseri tetikliyor ve özafagus, mesane, meme kanseri gibi  bir çok kanser tipine yol açıyor.
Ayrıca sıcak yada soguk mate cayında karsinojen miktarının ölçülmesi sonucu mate çayının yapısında bulunan karsinojenlerin  tahmin edilenin çok daha üzerinde salınım yeteneğine sahip olduğu bulunmuş. Yapılan deneyler farelerde ve insanlarda kontrollu olarak tekrar edilmiş. Mate cayı içenlerde kanserin daha sık gözlendiği bulunmuş hatta  bu olaya yol açan kimyasal da tanımlanmış durumda.
Buraya kadar herşey tamam, bu  tabloya cok alıştık artık iyi bilinen bir çok şeyin kötü olduğu  zamanla ortaya çıkıyor, bu tabloya yabancı değiliz. Buradan sonrasına da aslında kendı adıma alışkınım saçma bi şekilde duyarlı kişilik ben, ne üstüme vazifeyse bütün aktarları tek tek gezdim!!!   Hepsine önce kendimi tanıttım,  bu konuda eğitim aldıgımı  universite bittikten sonra lisanüstü eğitimime devam ettiğimi kanser konusunda araştırmaları takip ettiğimi anlattım. Aklımca bu soyledıklerımı uydurmuyorum demeye çalıştım... Sonrasında da bir gaflette bulunup benim de aldıgım bu MATE ÇAYININ KANSER YAPICI ÖZELLİKLERİ OLDUGUNUN KANITLANDIĞINI söyledim.
bi hayli zamanımı aldı bu olay, bakanlığa yazı yazacağım tarım bakanlığına, fakat daha önceki tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla bakanlıktan otomatik bir mail dısında bir sey gelmeyecek ve bu olayı  kimse oğrenemeyecek. Biraz zaman harcamaya yeter on kişi bana inansa kar kardır dedim ve bu yuzden zamanımı harcadım. (malesef boyle seyler SAĞLIK BAKANLIGININ  ILGI ALANINA GIRMIYOR! SEBEP BU  ÜRÜNLERİN İLAÇ ADI ALTINDA SATILMIYOR OLMASI, SAĞLIĞI TEHDİT ETMESİ KİMSEYİ İLGİLENDİRMİYOR, İLAÇ OLMAMASI YETERLİ! BOYLE SACMA BİR DÜZENE SAHİBİZ)
Sonuç mu?? Hüsran... İnsanların  cehaleti ne kadar kolay benimsediğini, herkesin kendini uzman sanması durumunun günden güne arttıgını bir kere daha anlamış oldum. İlk gittigim aktarda genç bir erkek vardı, büyük ihtimalle işi aktar olmak değildi de sadece dükkana  göz kulak oluyordu, zira bir çok seyin yerini henüz öğrenememiş :)
durumu anlattım kendısıne, ciddimisiniz çok sasırdım, bu kadar cok araştırma varsa dogrudur şüphesiz ben almak isteyenleri uyaracagım fakat malesef insanlar bu tarz uyarıları dikkate almıyor dedi. Şöyle devam ettti, "bir bayan gelmişti 4 kilo vermem gerekiyor kısa zamanda dedi, biraz dikkat ederseniz 1 ayda sağlıklı bir sekilde verirsiniz isterseniz yesil çay vb. caylardan alın dedım, zayıflama cayı yanında da  zayıflama hapı aldı. Hem hap  hem cay saglıklı birsey değil ıkısını bırden almayın bobreklerınız karacıgerınız yorulur dedım aman olsun zayıflamalıyım seklınde bır cevap aldım" dedı. İnsanlara özellikle de bayanlara bunu içersen çok guzel Olur fakat  cok cabul ölürsün deseniz sanıyorum güzel ve  cabuk ölmeyi tercih edecekler.. Gerci burada durum malesef bıraz daha farklı, keske  kanser cektırmeden ölduren bır hastalık olsaydı ama ne yazıkkı genellıkle oyle degıl..
İlk konuşmanın özeti böyle, bende bıraktıklarıysa hem biraz hüzün hemde biraz mutluluk, en azından bilimsel sonuçlara inanan, insanları uyaracagını söyleyen biriyle karşılaşmıştım, ama bunun yanında insanların uyarıları dikkate almadıkları gerçeğiyle de yüzleşmiş oldum.
İkinci durakta iki bayan tezgahtar vardı, konuşmanın sonuna kadar tesetturlu bayan saskınlıkla dinledi fakat bir kelime bile soylemedi, diğer bayan daha cabbar ve her ne pahasına olursa olsun malını satmaya niyetlı biri gibi gözukuyordu, konusmaya basladıgım anda beni reddetmeye calısacagı cok belliydi. inanmadı! sürpriz değil tabiki. Biz bunu yıllardır satıyoruz olamaz böyle birsey dedi. Getirin makaleleri, deney sonuclarını bizde bakalım dedi, hay hay  dedim (kendime cok kızdım o an, kaynaksız veri mi olur  neden makaleler yanımda değil, nasıl bir cehalettir bu!)
Ücuncu, dorduncu durak derken bu boyle devam etti ilk aktardaki genc dısında kimse bana inanmadı.
Son durak, 2 bayan, 2 erkek bir yandan bitki cayı içiyor bir yandan da sohbet ediyorlar. Bayanlar müşteri, beyler ise dükkan sahibi yanılmıyorsam. Durumu anlattım bayanlar endişe içinde kaldılar sanırım içiyorlardı bu  mate cayından, e  yavrum ıcmeyelım mı yanı artık dedı biri, içmeyin saglıklı birsey değil bu dedım. Erkeklerden biri ne dedi dersiniz? Diyalogu aynen yazıyorum..
"Mate Cayını yıllardır satıyoruz hiç bir sikayet duymadık, zaten söylediginiz gibi olsa tarım bakanlıgı satısına izin vermezdi. "
     -haklısınız sikayet gelmemis olabilir fakat tarım bakanlıgının satısa izin verdiği bir çok sey var bunların hepsi saglıklı değil ki ayrıca siz bunların iznini zayiflama ilacı olacak seklinde almıyorsunuz nihayetinde tarım urunu olarak alınıyor izinleri, ayrıca tarım bakanlıgı bize GDOlu mısırları da afiyetle yedimisti unutmayın.
"Bakın hanımefendi bu soyledıklerınız imkansız, hiç bir bitki kanser yapmaz, hiç bir bitkinin sağlığa zararı yoktur"
     - yanlısınız var bu gun saglıklı olmadıgı bılınen bır cok bıtkı var, doğa mucizevi bisiydir fakat dogru kullanılması gerekir. ( ınsanların zakkum  yiyip öldüğü günleri ne cabuk unuttuk, yada kendisi marihuana nında bir bitki olduğunu bilmiyormuydu acaba, tutun çignemenin zararını?)
"hayır yanlıs bilmiyorum bitkiler sağlıga zarar vermez hele kanser hiç yapmaz"
    - bakın ben bu egitime yıllarımı verdim, hala veriyorum, arkadaslarım para kazanma derdındeyken ben arastırma yapma hevesiyle universiteden ayrılmadım bu gun kabul gormus bır suru gercek varken nasıl soylersınız bunu
"sız egıtımını almıssınızdır ama ben alaylıyım, burada dogdum sızden daha ıyı bılırım, bitkiler kanser yapmaz."
   - ben uyarmıs olayımda en azından kendınız içmezsiniz belki ama satmaya devam edersiniz, iyi günler 
dedimm ve cıktım..
bayanlardan biri seslendi, evladım sagol tesekkur ederiz,  içmeyecegiz.

Eve gelip diplomalara, sertifikalar makaleler kitaplara  acı  acı  baktıgıma mı yanayım, bir aktar tezgahında ki adamın molekuler biyolojı ve genetik mezunu, tıbbı biyolojı ve genetik uzmanı birinden hatta  ve  hatta bu işin profesorlerınden daha "bilgili" olduguna mı yanayım, yoksa en azından ıkı teyze ve bır genci kurtardıgıma mı sevıneyım bilemedim..

net bir sonuç var ki cehalet bulaşıcı, kolay yayılan bir hastalık...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Arzularız yeriz ve BİTER :)

Bir adam sevdim, sensiz yaşayamam derdi.

büyük laf!
Aslında yaşayamadığı benimle olan hayattı, geç anladı. Defalarca anlatmaya çalışmıştım oysa ki ama, anlamadı. Anladığında artık benim için çok geçti. Çünkü inanmıştım artık bensiz yaşayamayacağına.

Ben bu yalanı ilk defa duymamıştım ki, ne vardı inanacak? Sensiz yaşayamam dememişti belki daha öncekiler ama, sensiz ölürüm derdi.. ne komik!

Böyle büyük laflar etmemek lazım, en azından sonrasında komik duruma düşmemek için, yalancı durumuna düşmeyi hiç saymıyorum çünkü o duruma hepimiz düşüyoruz malum hepimizde az da olsa yalancılık var. Ama beyaz ama mavi neyi değiştirir ki :)

Onun yada diğerlerinin neden böyle laflar serfetme gereği duyuduklarıyla hiç ilgilenmiyorum, benim takıldığım nokta bu soylemlere takılıp, bunların arkasında sığınıp, garip hayatlar benimseyen kadınlar...

Muhteşem bir özgüveni vardır hepsinin, nedense bi yerlerde bi adam onlarsız yaşayamıyordur! hahaah!!! Kim demiş??

Sizi kim böyle kandırdı ey kadın milleti açın gözünüzü! Vazgeçilmez sanılan herşey vazgeçebilecek kadar yakın olunamadığından öyle gözükür. Oysaki herşey gözden çıkarılabilir. Herşey! Hayat dahil...
Bir düşünün sizi vazgeçilmez yapacak şey ne olabilir? Çok sevmeniz mi? Tabiki de değil, her zaman daha çok sevecek birileri vardır. Çok güzel olmak? Unutmayın güzellik göreceli bir kavramdır, belki de sizin o çok beğendiğiniz vicut hatlarınız o adama hiç hitap etmiyordur? belki teninizin rengi bile rahatsız edici olabilir. Dayanılmaz bir cazibeniz mi var? sizi vazgeçilmez kılan bu mu? Bu durumda vazgeçilmez değil sadece arzulanan olursunuz. Arzulanır ve biter. Bademli magnum gibi :)) Arzularız yeriz ve BİTER :)
Belki de aşıktır, vazgeçemiyordur? Bi düşünün kime aşık oldunuz ve vazgeçemediniz? Sadece sandınız, vazgeçemem sandınız ve kimseyi suçlamayın buna kendi kendinizi inandırdınız... Belki de sadece bağımlılıktır, o yüzden vazgeçemiyordur? Sigara gibi.. Ama unutmayın imkansızlık insana herseyi yaptırır, yokluk sigara gibi diğer seyleri de bıraktırır ya da daha "kötümser" bi bakışla daha "iyi"si her türlü bağımlılıktan kurtarır... Yıllarca tek kanal izledikten sonra çok kanallı dönemi tercih edip o tek kanala bağımlı olmayı bırakmak gibi.
Laf fazla uzamadan toparlamak gerek, diyeceğim o ki kendinizi vazgeçilmez sanıp ukalalaşmayın, zira kendini vazgeçilmez sanan bu kadın yada adamların ortak özellikleridir ukala ve yalnız olmak. Aslında hepsinin çevresi her zaman kalabalıktır, tuhaf bir döngü vardır etraflarında. Birileri gelir, zamanla eskir, bi süreliğine kaybolur ortadan, onun yerine ona hiç benzemeyen başka birileri gelir. Zamanla onlarda eskir ve kaybolur. Fakat bu kaybolanlar zamanla yeniden ortaya çıkar. İşte bu noktada vazgeçilmez olduğunu sanma sendromu başlar oysakı olay çok basittir, eski defterleri kurcalayıp bi süreliğine eğlenmek. Kimse orada kalmak için gelmiyor, bir gün vazgeçecek ve gidecek.. mutlaka.. :)

Bitmek Gerek

Bazen bitmek gerekir. Herşeyi bitirip hiç birşeyi sorgulamadan yeniden başlamak. Hangisi daha zor acaba, bitirmek mi yoksa yeniden başlamak mı?
Kolay olan yeniden başlamak belki de. Zor olan ise bitirebilmek ? O gücü, o inancı yada adı her neyse onu elde etmek. Henüz cevaplayamadım bu soruyu, fakat bildiğim bişiy var, yeniden başlamak gerek bittiğin yerden. Sorulara takılmadan, cevaplar aramadan, sadece amaçlara odaklanarak.
Hatırlamak gerek, neydin sen bu hayatta? Ne bekledin de sana vermedi? ya da alamamış olabilir misin acaba? belki de almak için peşinden koştukların yanlış şeylerdi kim bilir..
Alıp hayatı önüne sayfaları çevirmek gerek, gerçekçi olmak, neyin mutlu edeceğine karar vermek ve bu mutluluk için yeniden başlamak.

Bittim dedim, hiçbir şeyim yok artık, bir kaza olsa sakat kalmasam ama ölsem, ne gerek vardı ki artık yaşamaya, ne uğruna yaşayacaktım? (kendimi öldürmeye hakkım olmadığını düşünüyorum, bu yüzden kaza olsun diye dua ettim gerçekten :) )

Yanılmışım! Ben gerçekten bittiğimi görmeliymişim, dönüp kendime yeniden başlamalıymışım...Başlıyorum..